Hayatın akışı içinde bir an gelir, her şey durmuş gibi olur ama aslında tam da o anda yepyeni bir şey başlıyordur. Misora, işte tam böyle bir anda doğdu.
Çok yoğun ve yorucu olmakla birlikte bir o kadar da kıymetli kazanımları olan 14 yıllık kurumsal hayatı sonlandırmış, bir süre çocuklarımla ilgilenme kararı almıştım. Zamanla, tekrar iş hayatına dönme konusunda içimde bir kıpırtı oluştu. Eski bir arkadaşımın kulağıma ara ara çalınan sözü yine kafamda yankılanmaya başladı: Enerjini kendine kullan!
Bu düşüncelerle geçirdiğim ve kendimi sıkışmış hissettiğim o günlerde gördüğüm bir rüya ile girişimcilik yolculuğum başladı. Uyandığımda, karanlığın içinden yüzüme doğru süzülen bir adet beyaz inci hatırlıyordum sadece. Oldukça etkilenmiştim. Kusursuz olmayan ama içindeki ışığı yayan tek bir inci tanesi. O anda anladım, çok net hatırladığım bu görsel sadece denizlerin, okyanusların mücevheri olan inci değil aynı zamanda benim için bir işaret, bir çağrıydı.
Ve şöyle yorumladım:
"Zorlukların içinde saklı olan güzelliği gör. Kendi ışığını keşfet!”
Aynı sabah… Elimde kalem, önümde boş bir sayfa… Öğrencilik yıllarımda, özellikle yaz tatillerinde kendi kendime yapıp arkadaşlarıma hediye ettiğim takıları hayalimde canlandırarak tasarlamaya başladım. İlk tasarımımı o inciyi düşünerek yaptım. Başta sadece bana iyi geleceğini düşünüyordum ancak zamanla, ortaya ürünler çıktıkça, tıpkı o rüyada olduğu gibi bu ışığın yalnızca benimle kalmaması gerektiğini anladım.
Ve Misora böyle doğdu.
Birlikte Işıldayan Bir Çember
Misora sadece bir takı markası değil.
Misora bir çağrı. Kendini yeniden keşfetmenin, içindeki gücü fark etmenin ve bunu başkalarıyla paylaşmanın çağrısı.
Her Takı Bir Yolculuğun Hikayesi
Misora’da kullandığımız her inci, tıpkı hayat gibi:
Kusurlarıyla güzel, zamanla olgunlaşmış, ışığını içinde taşıyan...
Her tasarım sabrın, dönüşümün, kabulün bir temsili.
Ve şimdi hem benim hayalimden hem İstanbul’un derin zanaat geleneğinden gelen usta ellerden geçerek yeni, sana ait bir hikâyeye dönüşüyor.